13 Kasım 2012 Salı

Sage Francis İstanbul'daydı.


21 Ekim günü dört arkadaş Kadıköy’de buluştuk. Konser alanına giderken çok arkalarda kalmamak için adımlarımızı hızlandıralım dedik. Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’ne varmamızla endişemizin boşa olduğunu anlamamız bir oldu. Kapıda 4 kişi ya var ya yok. Organizasyon için oraya getirilmiş olan part-time çalışanlar mekanla ve organizasyonla ilgili hiçbir bilgiye sahip değiller. Herhangi bir içecek satan yer yok (buna su da dahil). Neyse dedik bari salona girelim. Salon muhtemelen epeydir havalandırılmamış, içerisi hamamdan 5 derece soğuk. İçeride ne bir ses ne bir müzik. Neredeyse telefondan müzik açacağız. Kimse de durumdan şikayetçi değil. Bu arada organizasyonun sahibi  Sagopa Kajmer imiş. Hatta tepki toplamayacağını bilse ufak da bir sahne yapacakmış. Nitekim yapmadı.

Hamamdaki yarım saatlik kese ve buhar banyosu seansımızdan sonra içerideki insan sayısı yaklaşık yüz, yüz elli civarına ulaştı. Salon bu seferde fin hamamına dönüştü. Hamamda ayılanlar bayılanlar derken Sage Francis sahneye çıktı. Aynen yazdığım kadar sade ve sessiz biçimde. Sırt çantasından bir MacBook çıkarıp sahnenin ortasına önceden konulmuş olan iğrenç sehpanın üzerine yerleştirdi. O zaman anladık DJ olayının olmayacağını. Sage bu işi çözmüş dedik. Önceden hazırladığı beat setlerini kendisi çalarak parçalarını okudu. Sıfır ego durumu. Bunun aksini yapmasını da beklemiyorduk zaten ama yine de Türkiye’ye gelecek kadar bilinen bir müzisyen Sage.

Konser başlayınca her zaman olduğu gibi tüm olumsuzluklar unutuldu. O kadar iyi başladı ki konsere, bir anda herkes öne doğru gitmekten alamadı kendini. Tabi bu esnada salonun aşağılık ses sisteminden bahsetmiyorum bile. Yaklaşık bir saat kadar sahnede kaldı. Performansı boyunca bir çok alışmadığımız şey yaparak hepimizi mest etti. Daha önceki konserlerinde de yaptığı gibi çantasından çıkardığı pudra ile sahnede kendi sis makinesini icat etti.
 
Organizasyon, konser kötü geçsin diye elinden geleni yaptı ama maalesef oradaki herkes çok eğlendi. Ancak yine de Sagopa Kajmer bir teşekkürü hak ediyor. Sage’in buraya gelip o konseri vermesinden bir kuruş kazanmadığına adım gibi eminim. Bizlerin dinlemesini sağladığı için kendisine teşekkür ederim ama aklımı kurcalayan bir durum var. Sagopa ve Sage... Bildiğimiz kadarıyla bambaşka dünyaların, birbiriyle alakası olmayan fikirlerin adamları. Neyse üzümünü yiyelim sadece.

Sage Francis o özel dansını yapmadan önce şöyle dedi: “if you wanna be a good rapper; you should rap good. But if you wanna be the best rapper; you have to dance! İnşallah oradaki underground rapçiler bunu ciddiye almamıştır :)


17 Ekim 2012 Çarşamba

Kinetik Tipografi ve Türkçe Rap

Öncelikle tipografinin ne demek olduğundan başlamayacağım tabi ama kinetik tipografi kısaca; vereceğim mesajı insanlar belki duymaz, ne olur ne olmaz ben bir de yazayım demektir temelinde.

İlk çıktığında tamamen reklam metinlerinin iyice vurgulanması amacıyla kullanılıyordu. Şimdilerde bir çok yabancı video klipte görebiliriz. Yapması zor mudur değil midir tartışılır ancak kesin bir şey varsa o da insanüstü bir sabır gerektirdiğidir. Yapmayı öğrenmek için After Effects programını edinmeniz gerekiyor. Eğer manuel çözüm bulma konusunda iddialıysanız Prezi’yi kullanarak da iyi işler çıkartabilirsiniz benden söylemesi.

Kinetik tipografiyi ülkemizde de bir çok banka reklamında görebiliriz. Özellikle de Garanti Bankası’nın işlerinde. Ancak sizlerin özellikle görmesini istediğim bir iş var. İşin sahibi Egemen Soylu. Saian isimli underground rap sanatçısının bir parçasına kinetik tipografik bir klip hazırlamış. Kendisiyle bu iş üzerine konuştuğumda bana bunun özel bir iş olduğunu ve tek başına çalışarak gerçekten uzun bir süre harcadığını söyledi. Saian’ın parçası gerçekten çok önemli fikirler barındırıyor. Kinetik tipografisi o kadar iyi ki parçayı tekrar tekrar dinliyorsunuz. Ve işte Saian – Feleğin Çemberine 40 Kurşun.


12 Eylül 2012 Çarşamba

D12 Dışarı, Slaughterhouse İçeri

1996 yılında kurulan Detroit’li grup D12, kuşkusuz Eminem gruba katıldıktan sonra çok hızlı yol almıştı ama yine de hiç bir zaman sektöre hükmeden bir grup olamadı. “How come” isimli parçalarıyla büyük ses getirdikleri bir gerçek ama Proof’un öldürülmesinden sonra bir türlü toparlayamadıkları da bir diğer gerçek. Eminem’in beş yıl boyunca rap yapmaması da grubu büyük ölçüde etkiledi. Velhasıl kelam D12, Eminem varsa vardı. Ama işler değişti. Slaughterhouse geçtiğimiz yıl Yelawolf ile birlikte Shady Records’a katıldı ve D12’in yok oluşunun temelleri atılmış oldu.  

Royce Da 5’9 yıllar öncesinde Eminem ile kurdukları “Bad Meets Evil” projesini gerçekleştirmek için yeniden Shady Records’a girmişti. Yani Dr. Dre ile araları da eskisi gibi kötü değildi. Royce için Slaughterhouse’ın lideri diyebiliriz bu arada... Grupta Royce dışında Crooked I, Joe Budden ve Joell Ortiz var. Grup 2009’da iki single albüm yayınladı ve satış olarak büyük bir başarı elde edemedi. Geçtiğimiz hafta ise yeni albümleri yayınlandı. Albümün adı “Welcome to: Our House”


Our House albümünün prodüktörlüğünü Eminem yaptı. Albümde gerçekten düzenlediği parçalar var. Eminem’in yanı sıra benim daha önce bu sayfada bahsettiğim “Need a doctor?” ve “Love the way you lie” parçalarını yapan Alex da Kid var. Featuring kısmına geldiğimizde ise bol bol Eminem adı görüyoruz. Beni en çok sevindiren ise Skylar Grey ismini iki parçada görmem oldu. Bu isimlere ek olarak albümde Busta Rhymes, B.O.B, Swiss Beatz ve Cee Lo Garden bulunuyor.

Albümde genel olarak parça intro’larını Royce yapmış. Yani grubun önderliğini sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Albümün genel teması genellikle Slaughterhouse üyelerinin bakış açıları üzerine kurulmuş. Our House isimli parça albümün en durağan ve duygusal parçası olmuş. Grubun, D12’ten daha başarılı olacağına hiç şüphem yok. Kendi favorimi de söyleyerek yazıyı bitireceğim. Dinlemekten bıkmadığım tek parça: My Life. Klibini hemen alttaki linkten izleyebilirsiniz. Bir sonraki "en ünlü olmayan rapçiler" yazımızda görüşmek üzere.






16 Ağustos 2012 Perşembe

The UK Female Allstars

15 Şubat’ta yapım şirketi SoulCultureMedia tarafından youtube’a yüklenen video ile bir anda kendinden söz ettiren, altı kadından oluşan topluluk. Topluluk diyorum çünkü grup değiller. Hiçbirini daha önce aynı işte görmedik. Mike J’in prodüktörlüğünü yaptığı bir şarkı için bir araya getirdiği altı mükemmel kadın rapçi diyebiliriz onlara. Mikey J. İçin de bir gurur olsa gerek.

Şubat ayından bu yana yalnızca 200.000 defa izlenmelerinin sebebi ise Karmin’e bile yapılan o PR çalışmalarının hiçbirinin yapılmaması. Benim fikrimce bu topluluk Beyonce’nin “Who run the world?” sorusuna verilmiş asıl cevaptır.

Video klibe baktığımızda zaten düşük bir bütçeyle hazırlanmış olduğunu hemen fark ediyoruz. Yönetmen tek mekanda, yakın planlar ve fazlaca kesme ile klibi hareketlendirmiş. Topluluğun ne bir facebook hesabı ne de websitesi var. Öyle ortada kalmış bir iş gibi gözüküyor. Ta ki BBC Radio buna sahip çıkana kadar. BBC altı kadının altısıyla da ayrı ayrı acapella videolar ve performanslar çekip internette beğeniye sunmuş. İyi ki de yapmış. Şarkıyı dinleyen herkes gibi ben de bir albüm beklentisi içine girdim ama hiçbir yerden bilgi alamadığımız için henüz öyle beklemedeyim.

Gruptaki sanatçılara gelince isimleri sırasıyla; Amplify Dot, Baby Blue, Lioness, RoxXxan, Mz Bratt ve Lady Leshurr. Amplify Dot bende ilk izlediğim anda kadın Jay-Z algısı yarattı. Bunu ekledikten sonra favorim olan RoxXxan üzerinde biraz durmak istiyorum. Youtube’a baktım da baya tüm izleyenlerle hem fikiriz. Şarkıda 2.14’te başlıyor. Neredeyse tüm videolarında sırtında bir çanta var. Rap yaparken yüzü gülüyor ama gözleri tehdit ediyor. Şarkıda İllüminati'ye bir dokundurma yapmadan geçmiyor. Nasıl ilgi çekeceğini biliyor dersek yeridir. 

En bilinen şarkısı “too fuckin facety”. Bir video klibi var 60bin küsür izlenmiş. Bizim underground rapçilerle aynı ayarda yani. Gerçi ben de onlardan biriyim ama neyse J Henüz bir albümü yok. Ben merak edenlere “too fuckin facety” şarkısının da videosunu paylaşıyorum. Sizin favorinizi de merak ediyorum.

İki klip art arda aşağıda.

RoxXx came to party!



12 Temmuz 2012 Perşembe

İlle De Roman Olsun!


İlk albümüyle Amerikan Hip-Hop pazarında yeri yerinden oynatan Trinidad’lı. Her klibinde saçlarını başka renge boyayan (yahut peruk takan), her parçasında mutlaka “pull-up” ve “this pussy” diyen rap icraatçisi. 


Yıllarca Missy Elliot ve Lil Kim’in yaptığı müziği “sağlam” olarak değerlendirdikten sonra Nicki Minaj’ın yaptıklarına “sapa-sağlam” demek zorundayım. Zira kendisi dünyada ünlü olabilmiş tek Trap yapan kişidir. Bu arada Trap, Türkçe rap demek değil he; aman öyle bir pozisyona düşmeyelim 

Cash Money Records’ta yaptığı ilk albümde Eminem’le feat atabilmesinin ardında her ne kadar başka kişiler olsa da saygı duyulacak bir harekettir. Gerçi Eminem, Fast Lane’de şukusunu verdi ama olsun. 

Yazının amacı Nicki Minaj’ı tanıtmak olmadığından konuyu bağlıyorum yeni albümüne. Albümün adı Roman Reloaded.  Nicki’yi devamlı dinleyenler kendisinin Michael Kors vb modacılara devamlı küfrettiğini fark edecektir. Çünkü modacılar onu barbarlıkla, romanlıkla itham ettiler. O da parçalarda verdi ayarı. Zaten öyle bir dil var ki mübarek biri Türkçe cover yapsa 12 sene hapisle yargılanır. Albümünün adı da buralara dayanıyor.

Albümdeki parçaların toplamı tam olarak 69 dakika ediyor. İllüminati mesajları bunlar. Hep seks bunlar. Yani albümü baştan sona dinlediğinizde Taksim’den Beylikdüzü’ne gidene kadar size yol arkadaşlığı yapabilir.


Albümde vokalistinden mühendisine 77 kişi çalışmış. Matematiksel olarak albümün tutmama şansını resmen ortadan kaldırmışlar çünkü o 77 kişinin arasında Lil Wayne, Drake, Nas, Rick Ross gibi isimler var. Ve tabi bir de popüler kültür ve pop müzik dinleyenleri de dinleyici yapma meselesi var. Bunu da Amerika’da bir ibadet haline gelmiş olan David Guetta ile ortak çalışma namazını kılarak çoktan gerçekleştirmiş oldu. Allah kabul etti mi bilemem ama Amerika löp diye yuttu.


 Benim albümdeki favorim Rick Ross’un da olduğu “I’m your leader” adlı parça. Onu dinleyerek bitirelim. Görüşmek üzere.



12 Mart 2012 Pazartesi

Senden Rapçi Olur Mu?

Son zamanlarda sıkça duyduğum bir soru haline geldi; benden rapçi olur mu?

Cevabım şudur;
Eğer sabah akşam rap dinleyip feyzler aldıysan,
Beat’in ne demek olduğunu biliyorsan,
Eminem’in en ünlü parçalarını dinleyip mikrofon almaya karar verdiysen,
Senden olsa olsa düdük olur. Dj Afyok olur. İbrahim Erkal olur.
Çünkü rapçi olmak ne arkadaşlarının zannettiği gibi “apaçi” olmaktır ne de babanın zannettiği gibi “züppe” olmak.

Rap müzik her ne kadar siyah halkın isyanını anlatmak için yine siyah halkın ortaya çıkardığı bir tarz olsa da kralı beyaz bir adamdır. Bu da demek oluyor ki rap yapacaksan ezber bozmalısın! Ezber bozabilmek için de ezber yapma. Diğer rapçilerin parçalarını hatmedip, alıntı adı altına kopyalamamalısın.

Hadi diyelim oldun. Olmaya karar verdin. Bu sefer dikkat etmen gereken şeyler daha da artacak. Çünkü seni dinleyen bir kişi bile olsa, onun sayesinde bir çok kişiye bir şeyler anlatma şansın olacak. O zaman bu şansı iyi kullanmalısın. Rap dinlemeyen insanlar tarafından da kaale alınmak istiyorsan, her parçanda diğer rapçileri karalamak yerine elinden geldiğince ortak ve doğru işler çıkarmaya çalışmalısın.

Rapçi dediğin popçudan farklı olmalı. Sabah akşam sevgilisini nasıl özlediğini, ayrılınca nasıl göt gibi kaldığını anlatmak yerine daha elle tutulur, bazılarının akıl edemediği bazılarının da götünün yemediği şeyleri anlatmalısın. Çünkü rap müzik bir yerden sonra zeka seviyeni gösterme aracıdır.

En önemlisi de en iyisinden en kötüsüne her parça için harcanan bir emek olduğunu unutmamalısın. Bu emek, beat’i bulup veya yapıp, üzerinde saatlerce belki de günlerce söz yazmakla uğraşmanın ardından eldeki tüm imkanları kullanarak kayıt yapmaktan oluşuyor. Mix kısmına ise hiç girmiyorum bile.



















Kısacası rap yapmak senin youtube’da gördüğün gibi bir şey değil. Ya yapacaksın ya da komik duruma düşeceksin. Asıl facia ise bunun farkına varamadan parçalarını zorla arkadaşlarına dinleteceksin.
Daha da anlatacağım. Takipte kal.

9 Şubat 2012 Perşembe

Niggas in Paris




Jay-Z ve Kanye West’in çiçeği burnunda ortak albümü olan Watch the Throne’dan “Niggas in Paris” isimli parça için bugün bir video klip yayınlandı. Dağıtıcı şirket tabiki Vevo. Ben bu yazıyı yazarken klibin izlenme sayısı henüz 305 idi. Yarına kadar muhtemelen bir kaç milyonu devirir.

Parçanın ortaya çıkış sebebi Kanye West’in Paris’e gidip kendi kendine triplere girmesiymiş. Şaka değil. Vinnie Paz’in deyimiyle Gay Rapper Kanye West, Jay-Z ile Paris’e gittiğinde çok etkilenmiş. Gören de Isparta’da yaşıyor sanacak. Neyse parçanın başındaki o garip ses Blades of Glory filmindenmiş. İki cümle daha yazayım diye filmi izleme cesareti gösteremedim malesef.

Klibin başında bir uyarı var. Epilepsi hastalarının klibi izlemesi önerilmiyor. Çünkü klibin her saniyesinde onlarca ışık görüyor izleyen. Parçanın klibi tamamen konser görüntülerinden ve bazı ek grafik çalışmalardan oluşuyor. Bu da yeni hava atma şekli oldu. Kaç kişiyi konsere getiriyoruz hesaabı. Komik olan, insan klibi izlediğinde Paris’te geçtiğini falan sanıyor ancak klipteki konser görüntüleri turnenin Los Angeles ayağında çekilmiş. Klip boyunca “mirror” efekti kullanılmış. Klibi izlerken masonik imgeler arayacak olursanız müjde! Bol bol bulabilirsiniz. Artık onu da Sikkofield anlatsın… Klip konser görüntülerinden oluşuyor dedik de; klipte “inanılmaz güzel” şeklinde adlandırdığımız kadınlar var. Onlar tabiki rastgele hayranlar değil. Tamamen casting olayı. Ceza konserinde falan bulamayız yani.
Parçanın adı youtube’da sansürlenerek verilmiş. Hani şey tribi var ya, yalnızca zenciler zencilere zenci diyebilirler. Biz şarkıda deriz, siz diyemezsiniz. Ne kadar eleştirsemde mükemmel olan o video klibi bi’ izleyelim. Eğer bu işle uğraşan varsa fena kıskanacak. Kendimden biliyorum.

7 Şubat 2012 Salı

İçecek Sektörü ve Rap Müzik

İlk yazdıklarıma nazaran daha farklı bir konu seçtim bu kez. Daha sonra yeni ve gölgede kalmış sanatçılardan bahsetmeye devam edeceğim. Zaten etmeyeceksem ne bokumu yemeye açtım blogu? Evet, konumuz içecek markaları ve onların milyonlar harcayarak marka yüzü olarak kullandıkları rapperlar.

Bahsettiğim markaların başında Cîroc geliyor. Çünkü bu alanda en büyük yatırımları yapıp, en çok karşımıza çıkan marka o. Bu arada “şirok” diye okunuyor. Baştan söyleyeyimde yazı boyunca içten içe acı çekmeyin. Sazanlık yapıp wiki’den Cîroc’u arattığınızda Fransa’da üretilen, masum, namuslu bir votka gibi gözüküyor. Aslında Diageo adlı dünyanın en büyük alkol üreticisi olan şirkete ait bir marka. Aynı zamanda Guinness biralarının, J&B’nin, Johnnie Walker’ın falan da sahibi herifler. Şaşırtıcı bir bilgi olarak da 2002 yılına kadar Burger King hazır gıda zincirinin de sahibiydi bu arkadaşlar. Marka yüzleri ise Sean “Diddy” Combs. Bildiğin P. Diddy işte. Hani o adi herifin teki olan. Cîroc, P. Diddy’nin kliplerinden taşıp instagram fotoğraflarına hatta taktığı kolyeye kadar yerleşti. Sadece bununla kalmadı bir de tokatçı Chris Brown’ın “Transform Ya” adlı parçasında Lil Wayne şöyle buyurdu kullarına: “Cîroc and lime, give it little time. And she gonna transform like Optimus Prime”. Vaad basit: mekana gittiğinde Cîroc iç hacı, yanına da iki dilim limon. Bak sonra cıbırlar nasıl güzelleşiyorlar. Çirkin kadın yoktur az Cîroc vardır.

İkinci paranın amına koyan marka ise Dr. Pepper. Türk zihniyetiyle baktığımızda “Doktor biber lan bu. Acılı içecek mi yapmışlar oğlum?” şeklinde moronik bir yaklaşım içine girmek mümkün. Esasında mısır şurubundan elde edilen bir içecek. Kola mola değil oğlum, biliyorum içecek deyince hemen “kola mı amoa goyum?”. Peki bu içeceğin rap müzikle ne alakası var? Şu alakası var; bu markanın ilk ve tek tv spotunda Dr. Dre yer almıştı. Hatta yer almakla kalmayıp, yıllardır çıkması beklenen Detox albümünden de bir parçası reklamın jingle’ı olmuştur. Bu arada Dr. Pepper’ın sahibi de Coca Cola Company ayık olun.

Son olarak Monster Energy Drink adlı fosforlu kutuda satılan enerji içeceğinden bahsedeceğim. RedBull’un izinden giderek organizasyon yapa yapa tanınmayı amaçlayan bir marka. O kadar başarılı ki Türkiye’de satılmamasına rağmen her yerde logosunu görebilirsiniz. Gerçi bizim pazarda Sean John’un sahte eşofmanları da var ama neyse. Monster içeceğini kliplerine dahil eden iki mc var. Bunlardan birisi bir kaç gün önce bahsettiğim Yelawolf, diğeri ise Tech Nine. İkisi de kliplerinde bangır bangır monster içiyorlar, içiriyorlar. Bu sayede yine markalar kazanıyor yine markalar kazanıyor. Bu arada TTNET’in yeni reklam filminde (hani şu Ceza’nın oynadığı) Şener Şen’in kafasındaki şapkada bulunan hayvani monster logosuna akıl erdiremedim. Unutmuşlar desen olacak gibi değil. Acaba şapka bulamayınca orada eşantiyon olarak buldukları bi’ şapkayı falan mı verdiler lan adama. İstesen yaptıramazsın bu reklamı yani.


Sonuç olarak bu saydığım markaların hiçbiri Türkiye pazarına girmedi ama yarın öbür gün geldiklerinde aynı sahneleri Demet Akalın, Kutsi, Tankut kliplerinde falan göreceğiz. İsmini saydığım o taşaklı adamlar para için klipte kola mola içiyor lan. Bence Acun’un programına katılmaktan hiçbir farkı yok bunun. Evet diyorum. Finalde bizimlesin.

3 Şubat 2012 Cuma

Alex Da Kid



İsmini duymadığımız ama prodüktörlük yaptığı parçaların hayranı olduğumuz adam. Kendisi bir İngiliz hiphop prodüktörü. Eminem’in, menajeri Paul’a “farklı bi’şeyler yapalım” demesiyle “Love the Way Lou Lie” adlı parçayı meydana getiren adam.

İlk bilinir işi 2008 yılında prodüktörlüğünü yaptığı eski Destniy’s Child grubu üyesi Michelle Williams’ın “Hello Heartbreak” adlı parçasıdır. Parça pek bir başarı kaydedemese de bir yıl sonra Nicki Minaj’ın yalnızca youtube kanalında 43milyon defa dinlenmiş “Massive Attack” parçasının prodüktörlüğünü yapmasına ön ayak olmuştur.

İngiliz prodüktör 2010 yılında DJ Frank ile birlikte B.o.B’nin çıkış parçası olan Airplanes’in prodüktörlüğünü üstlendi. Aslında Eminem’le tanışmaları bu zamana tekabül ediyordu. Parçanın ikinci versiyonunda Eminem kendi bölümünü okudu ve o parçanında mix işlemlerini Alex Da Kid üstlendi.

Ünü git gide artan genç prodüktör P. Diddy’nin Coming Home parçasını ardından Dr. Dre ile Eminem’in ortak çalışması olan Need A Doctor’ı ve son olarak da Lupe Fiasco’nun Words I Never Said isimli teklisini prodükte etti. İlk bakışta her şey normal gözükse de bu parçaların başka bir ortak noktası daha var; hepsinin nakaratlarını “Skylar Grey” seslendiriyor. Daha sonra kendisiyle ilgili de bir yazı yazacağım. Şimdilik Alex Da Kid’in prodüktörlüğünü yaptığı parçalar arasında en beğendiğim olan “Love the Way You Lie” teklisini paylaşıyorum. Bu parça Alex'in diğer prodüktörlere karşı sosyal medyada kazandığı bir savaş olarak nitelendirilebiir. Yalnızca Vevo Youtube kanalında 429milyon izlenme.

Bu arada Need A Doctor’da Eminem’in vokal mixajı aşırı derecede kötü. Anlam verebilmiş değilim. O sebeple onu ikinci sıraya atıyor, onun yerine bu klibi paylaşıyorum. Keyifli dinlemeler.

Yelawolf ve Radioactive Albümü

Hakkında ilk yazmak istediğim isim Yelawolf. İlk stüdyo albümünü 2005’te çıkarmış olmasına rağmen herkes onu 2011’in sonlarında yayınlanan “Radioactive” albümüyle tanıdı. Başarının en büyük nedeni kuşkusuz bu albümün prodüktörünün Eminem olması. Shady Records’tan farklı isimlerin albümlerinin çıkmasına pek alışık olmadığımızı biliyorum. Yelawolf, uzun bir çalışma sürecinden sonra ortaya çıkmış bir isim. Eminem’in mükemmeliyetçiliği ve WillPower’ın her an değişebilecek gibi duran ritimleri ile buluşan Yelawolf, bir önceki albümüne göre uçmuş durumda.

Kendisinin dikkat çeken bir diğer özelliği ise beyaz olması. Bizler için pek bir şey ifade etmese de Amerika gibi bir pazarda başarılı olabilmiş beyaz rap müzik sanatçıları bir elin parmaklarını geçmez. Albümde Eminem ve Lil Jon’un dışında bir de rockstar bulunuyor, Kid Rock! Bana göre albümün en iyi parçası olan Let’s Roll’da beraber çalışmışlar.

Albümün söz yazarlarına baktığımızda Yelawolf’un yanı sıra parçaların neredeyse hepsine destek söz yazarı olarak Poo Bear adını görüyoruz. Kendisini tanımayanlar için albümdeki “Good Girl” adlı parçayı dinlemelerini tavsiye edebilirim. Kendisi aynı zamanda Let’s Roll’da da nakarat yazmış.

Eğer öldürülmez veya öldürüp hapse girmezse uzun yıllar adını duymaya devam edeceğimize emin olduğum için işe Yelawolf’dan başladım. “Ben demiştim” fantezim olduğunu açıkça belirteyim. Son olarak, bu adamı dinlemek için rap müziği hayranı olmanıza gerek yok. Çünkü genel olarak altyapıları rock davulları ve ritmleri ile süslü. Favori parçamı paylaşarak son veriyorum.


Selam

Bu blog aracılığı ile yabancı ve yerli hiphop pazarına dahil fikirlerimi ve edindiğim en yeni haberleri paylaşacağım. Bunun yeni albüm yapmış isimlerin websitelerinden haberleri buraya aktarmak anlamına gelmediğini belirtmek isterim. Kaldı ki Busta’nın yeni klibini izlemek için buraya girmektense youtube’a girmeyi tercih ederdim. Evet, kendimle olan iç muharebem sona erdiğine göre başlayabiliriz.